Yakın geçmişte insanlar keyifle yaptıkları sohbetler çay saati derlerdi. Tatlı sohbetlerine damaklarda yer edecek tatlı yiyecekler eşlik ederdi çayın yanında. Her şey paylaşımdı. Böyle yetiştirilmiştik. Ruhumuz dengede, aklımız yeni keşiflere açıktı. Geçip giden yıllar hep iz bırakır insana. Hatıraların her zerresine özlem duyulur.
Evlere tıkıldık. Bireyselleştik, korkularımıza teslim olduk. Ne yapmamız gerektiğine kendimiz değil korkunun arkasındaki güçler karar verir oldu. Korku genel olunca travmatik vakalar görsel güç savaşına dönüştü.
Çayın da tadı kaçtı, sohbetlerin yokluğunda.
Korkular kaybedecek bir şeyleri olan tüm insanları esir alır. Güçlünün gücüne güç katar. Güçlü olan ise, bunu kullanır. İnancınız; Tanrınız, korkularınızdan sizi koruyacak envanterler olur. Korkan bir topluluğa liderlik edecek kişiler de korkudan beslenirler. Düşündüklerinin, yaptıklarının anlatılmasından ve anlatmaktan haz duyarlar. Kaoslara farklı anlamlar yükleyerek, açıklamalarında sıra dışı olduklarından bahsetmeyi severler. Ne bir düzen, ne de bir mantık kıyısında bile değildirler. Çünkü kibir kendinin dev olduğuna inandırmıştır. Oysa ufacık bir kar tanesidir, gökyüzünden yeryüzüne düşen. Sadece derin suların engin açıklarına karışabileceği gibi.
Bir çay saatine geçmişte neler sığdırabilirdik. Şimdilerde kuytu köşelere bizi saran belirsizlikler. Düşünmeyi bıraktık, kurtarılmaya çevrildi tüm gemilerin rotaları.
Tarih affetmez seçtiğini tekrar tekrar yaşatır. Beyninizle oynayanlar da sadece tarihi travmaları güncellemenize katıp sizinle oynarlar. Garip bir hipnozun içerisinde bulursunuz kendinizi. Ne görmeniz gerekiyorsa ona odaklanırsınız. Düşünceleriniz düğümlenir. Uçurumun kıyısına kadar gelirsiniz. Atlasanız yere çakılacaksınız görüyorsunuz, gözleriniz korkularınızdan ürkerek ışığı arar, o sonsuz efsunun büyüsü tek çare gibi gelir ve yorgun beyniniz sızı boşluğa bedeninizi bırakmanız için ikna eder. Öğretilmiş çaresizlik deniyor bu efsuna.
Kurtarıcınız kibrinin ikinci levelinde ve yeni oyunlarının, oyuncularının heyecanıyla bileklerini sıvazlar.
Nerde o sıcak çay saatleri yanında kurabiyeleri ve samimi insanları.
Oklarla savaşanlar; “silah çıktı mertlik bozuldu!” derlerdi. Bilgisayarlar çıktı, saflık bozuldu. Hayat bir oyundu. Hileleri çoğalttılar level atlamak için. Oyunu kurguladılar, yolları istedikleri yeni kurgulara bağlamak için.
Hayat işte var olanı yok edip, sefalete itilmiş yokluktan bir kurtarıcı ummak ile geçip gidiyor.