Aşı günü
Güneşli ılık sonbahar günü Bolaman İlkokulunda çocukları ürperten soğuk bir hava esiyordu. Her sabah öğretmenleri gelene kadar bin cücüklü kuş yuvası gibi cıvıldaşan sınıflarda alışılmadık bir sessizlik vardı. Sabah güle oynaya okula gelen çocuklar öğretmenler odasının önünde ve kooperatif dolabının yanında kurulan kırmızı kâğıt kaplı masanın üzerinde dörtköşe beyaz emaye kaplar, kahverengi ilaç şişeleri, tentürdiyot, pamuk, gazlı bez, alkol, hele de yanan ispirto ocağında çelik kutular içinde kaynayan enjektörleri, boy boy iğneleri, şırıngaları görünce aşı günü olduğunu anlamış, kulaktan kulağa yayılan haberle keyfi kaçan çocukların omuz başlarında iğne gibi ince bir sızı dolanmıştı. Beyaz yakalıklı siyah önlüklü saçları örgülü kız öğrencilerin, kısa perçemli erkek öğrencilerin sarı ayva tüylü çocuk tenlerinde soğuk terler akışıyordu, iğne korkusundan beti benzi atan, yüzünün rengi kaçanlar vardı. Sağlık ekibine yardımcı olan Mehmet Şen ve Teyfik Cinek öğretmenler de sabah dersine girememişti, Aşılanma birinci sınıftan başladı önce yaşı küçük sabiler aşılanmaya alındı. Sırada bekleyen çocuklardan kimi tir tir titriyor kimi ağlamaklı kimi huysuzlanıyordu. İğne korkusundan baygınlık geçirenler bile vardı.
Fotoğraf: 1954-1955 yılı ilkokul 4üncü ve 5inci sınıf öğrencileri öğretmenleri Mehmet Şen hocayla birlikte okulun önünde
Dersliklerinde oturup aşı sırasını bekleyen öğrenciler kitapla defterle oyalanıyordu ama birazdan vurulacak iğneyi düşünmemek elde değildi. Unutmayalım Bolaman ilkokulunda iğneden hiç korkmayan çocuklar da vardı. Ben de onlardan biriydim, çok küçük yaştan beri geçirdiğim sayısı bellisiz hastalıklardan koldan, kalçadan ve damardan yediğim iğnelere önce direnirken sonra çaresiz alışmıştım öyle ki iğne vurunmak benim için bir yiğitlik ve cesaret gösterisi olmuştu. İğneden korkmadığını belli etmek, korkusuzları oynamak için her zaman olduğundan daha neşeli görünmeye çalışan, iğneden korkanlara takılan çeşitli şakalar yaparak sataşan çocuklar da vardı.
Gerçek şu ki Laleli’den, Alahman’dan, Akise’den gelen köy çocukların iğne ya da yerel söyleyişle ihneye pek aldırdığı yoktu. Şu ihne acısı altı üstü yandak dikeni batmış gibi bir şeydi. Zaten Kale’nin halk tabibi Osman dayının dediğine göre yandak dikeni ağrıya sızıya iyi gelirdi. Nasıl olsa aşıdan sonra okul tatil olacak, derede balık tutacak, olmuş da toplanmadan dalda kalmış elmaları armutları taşlayıp düşürecek, sapanla kuş avlayacakdı.
Aşı masasında Bolaman sıhhiye (sağlık) memuru Celal ağabey ve ( Perşembe Çandırdan) Dr. Gündüz Çelebi boynunda steteskopla (dinleme aleti) sırada bekleyen sol kolu omuzuna kadar sıvalı öğrencileri bir bir çağırıyor üçlü karma aşıyı kolun üst kısmında omuza yakın bir yerden vücuda zerk ediyordu.
Üçüncü sınıf dershanesinde tentürdiyot kokusu genizleri doldurmuştu. Derslik kapısının açık olduğunu fark eden okulun düzenlik ve temizlik sorumlusu Faik onbaşı (Faik Coşkun) geldi kapıyı kapadı Aşı kaygusuyla dalgın ve düşünceli 30 öğrenci uzunca bir süre okuma kitabındaki Bilgiç Dede, Bremen mızıkacıları, Şehit Fatma veya Giyom Tel’i okumaya dalmış ve edebiyatın etkisiyle neredeyse aşıyı unutmuşken birden kapı ardına kadar açıldı gelenler başöğretmen Osman hocayla eyninde beyaz doktor gömleğiyle Dr. Gündüz beydi. Çocuklar hep birlikte ayağa kalktılar.
Baş öğretmen; “çocuklar Dr.Gündüz bey sizin sağlığınız için çok ehemmiyetli bir görevi yapmak üzere okulumuza gelmiş bulunuyor kendisine teşekkür ediyoruz” diyerek sözü Gündüz beye bıraktı. Doktor; “ Çocuklar kızamık, kuşpalazı, kabakulak hastalıklarına karşı bağışıklık sağlayacak olan 3K dediğimiz karma aşıyla aşılanacaksınız. Aşının amacı bu hastalıkları yapan mikropları eser miktarda vücuda vererek vücudun bu mikrobu tanımasını ve mikroba karşı direncini sağlamaktır. Aşı yapıldıktan on dakika sonra gömleğinizin, fanilanızın yenini indirip aşı yerini örtebilirsiniz. Aşının etkisi 2-3 saat içinde kendini belli eder. Aşı yeri kızarır, şişer, bir yere çarparsanız acı verebilir, kaşınırsa sakın kaşımayın, el sürmeyin yoksa mikrop kapar apse yapar. Apse yaparsa anneniz kaynar suya batırılmış pamukla yoksa temiz beyaz tülbentle apse yapan aşı yerini yıkar. Akşama doğru biraz ateş ve halsizlik de olacak bundan korkmayın, endişe etmeyin bütün bunlar aşının tuttuğuna, vücudun bu hastalıklara karşı bağışıklık kazandığına işarettir. Bol bol su için, yoğurt yeyin, sizler iyileşene kadar yarından itibaren 3 gün okula ara verilecektir bu üç güne Pazar gününü de eklerseniz aşı tatili 4 gün olacak demektir, şimdi aşı masasının önünde yoklama sırasıyla düzenli bir şekilde hizaya giriyor, sol kolu omuz başına kadar sıvayarak sıranızı bekliyorsunuz, şimdiden hepinize geçmiş olsun.” dedi.
Beklenen korkulu an gelmişti ama çocuklarda korku kalmamıştı Dr. Gündüz Bey’in bilgilendirmesi çocuklara güven ve moral vermişti, biraz önce korkunun esiri olanlar bile dipdiri adımlarla cepheye gider gibi sınıftan çıktılar aşı masasının önünde sıraya girdiler, sol kollar omuza kadar sıvandı, masanın bir yanında sağlık memuru Celal ağabey bir yanında Dr.Gündüz Bey ellerinde iğneyle hazırdı.
Daha önce aşılanıp sırasını savan çocuklar arka sırada bekleyenlere yanaşarak çokbilmiş bir edayla Gündüz Bey mi yoksa sıhhiye Celal ağabey mi acıtmadan iğne yapıyorsa, kimin eli daha hafifse ona yanaşmayı öğütlüyordu. Adı çağrılınca masaya gelen çocuklardan kimi etine yaklaşan iğneye bakarak kimi başını sağ yanına çevirip gözlerini yumarak iğnenin batacağı anı bekliyordu. Aşı yerinin alkollü pamukla serin serin döne döne çepeçevre silinmesi iğneden önce yaşanan son mutluluktur. Çocuk bu iş çok sürse ne iyi olur diye içinden geçirirken birden aniden nasıl oldu hiç anlamadan doktor iğneyi saplayıverir. Arı sokması kadar bile değil hani göz açıp kapayıncaya derler ya ancak ve ençok o kadar, işte beklenen korkulu an iğne artık tenindedir cildin altına ağır ağır sızan ilaç koluna sımsıcak bir doluluk hissi verir ve boşalan iğne dışarı çekilir. Şaşılacak şey kâbus ne çabuk sona ermiştir. İğne vurulduktan sonra aşının cilt altında dağılması için alkollü pamukla bastırarak yapılan kompres iğne sonrasının en hoş nekahet anı, tadı tuzu ve sonra yüreğini saran sevinçle karışık çocuksu yiğitlik duygusu.
Aşılanan çocuk sanki bir yaş daha büyümüştür. İşte o gün aşı böyle olupbitti. Çocuk nasıl iğne vurulduğunu anneye babaya anlatmak hevesiyle çoşkulu koşa koşa evine gitti. Birkaç saat sonra aşı yeri kızarıp teni gerilip davul gibi şişmesin mi! Sonra 38 derece ateş ve halsizlik!. Doktorun dediği herşey hem de tamı tamına elifi elifine doğru çıktı. Çocuk ilkokulda yaşadığı aşı gününü, Doktor Gündüz Çelebi’yi ve sıhhiye Celal ağabeyi yıllarca hiç unutmadı.
NOT: Eğer yanılmıyorsam Dr. Gündüz Çelebi sıtma ve verem (tüberküloz) taramalarında görevli olarak birkaç kere Bolaman İlkokuluna gelmişti.
Korucu Goraz Emmi
Yağyakacak kumsalından denize dökülen akarsuya eskiden Kale deresi denirdi. Şimdilerde Goraz deresi deniyor. Evvel zaman içinde bu derenin Kale’ye yakın dönemecinde, batı yamacında fındıkların, mısırların arasında karayolundan 30 adım içerde, fındık dallarından örme, mısır çiti gibi yusyuvarlak bir göz odadan ibaret duvarları ot ve çamurla sıvalı ve üstü konik çatmalı bir çiten barınak vardı. Asıl adı Abdullah olan korucu Goraz emmi burada yaşardı. Duyduğum dinlediğim o ki Goraz Bolamanlı yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Tarla çapalamaya giden anası küçük Abdullah’ı kurda kuşa yem olmasın diye bir gölgelik çalı dibine bırakır. Öğlenaşı zamanı çapadan dönen ana kadın bir de bakar ki çocuğun ağzına karıncalar toplanmıştır. “Ağuzuna garınca çökmüş gobiliiim” diye çığlık atıp vahlanır (gobil rumca kopil sözcüğünün türkçe söylenişi, kopil çocuk demektir) Anası Abdullah’ı topraktan alıp sırtına bağlar ve o günden sonra çapaya sırtında çocukla gider çocukla gelir. Goraz bu olayı anlatıyor ve anasını rahmetle anıyordu.
Seferberlikte (birinci dünya savaşında) asker kaçaklarının, eşkiya çetelerinin dağlara hükmettiği, köy basarak, yol keserek soygun yaparak yaşamını sürdürdüğü yıllarda delikanlı Abdullah akranı işsiz güçsüz birçok genç gibi Ordu yöresinin namlı eşkiyalarından Soytarıoğlu çetesine katılır. Gorazın cahillik (gençlik) yıllarında eşkiyalık mesleğinin raconu gereği çok haytalık (yaramaz işler) ettiği ama sonradan tövbe edip uslandığı söylenirdi. Kurtuluş savaşı sonrasında devletin yeniden örgütlenerek ülkede asayişin sağlanmasıyla çeteler ya Jandarma tarafından dağıtılmış ya da kendi kendine dağılmış, eşkiyanın bir kısmı yargılanarak ceza alırken bir kısmı da affa uğrayarak serbest kalmıştı. O hengâmede rahmetli Goraz Abdullah’ın gerçek serüveni nedir bu konuda kesin bilgi sahibi değilim. Acaba çetecilikten ayrılıp Kurtuluş Savaşında orduya katılmış asker olmuş mudur? Gel zaman git zaman Goraz Abdullah korucu mesleğine uygun görülmüş Kale’ye ve Laleli köyüne korucu edilmiş. Goraz; sarışın mavi gözlü, az gülen, çok düşünen, yanaklarında derin çizgiler olan, kişiliğini açık etmeyen esrarlı, sert tavırlı bir adamdı. Derin dâvudî sesli Goraz emmi sessiz durur az konuşur meramını kısa sözlerle anlatırdı. Saçı döküktür, başında deri kasket, eyninde kalın tüylü şayakdan hâki (asker) rengi göğsü boğazına kadar kopçalı ve boyu dize kadar inen ceket ve aynı kumaştan külot pantolon, belinde palaska. Goraz’ı yaz, kış ya da bahar başka hiçbir giysi ile gören varmıydı? Sanmıyorum. Koruculuk mesleğinin icabı çoğu zaman omuzunda asılı bir mavzer tüfekle gezer, yağmur yağıyorsa tüfeğin namlusu aşağı dönüktür, yağmur yoksa yukarı.
Ceketin sağ yan cebinde bir avuç mermi sol yan cebinde tütün tabakası ve çakı bıçağı bulunur, bir de alın terini sildiği, Garipöldüren çeşmesinde yüzünü yıkayıp kuruladığı, zaman zaman boynuna doladığı yemeni boyu kocaman bir beyaz mendil. Goraz Cumhuriyet bayramında düzenlenen törenlerde Bolaman nahiye müdürünün emrinde çalışır, tören hazırlıkları yapar, bayrak asar, tak-ı zafer kurar, defne dallarıyla, çiçeklerle donatır, gece meşale ışığında davul zurna eşliğinde çekilen halaya katılır, geç saatlere kadar oynar eğlenir, içer, nara atar, bayramın tadını çıkarırdı.
Eşi ölmüş olan Goraz’ın toparlak yüzlü elma yanaklı, açık kumral, beyaz tenli boyu posu endamı güzel kızı Elmas albenisiyle, sözünü esirgemeyen, şakacı, girişken, erkeklerle rahatça konuşan serbest tavırlarıyla Bolamanlı gençlerin gözünü alır, yüreğini hoplatırdı. Elinde girebiyle, bazan omuzunda tüfekle arada bir çarşıya iner, ayaklarını yere vurarak, omuzlarını, göğüslerini titreten dik ve diri yürüyüşüyle gelir çeşmeden avucuyla su içer, Kahvehanenin önünde durur herkesle konuşur, etrafa sempati dağıtarak, neşe saçarak geçer giderdi.
Elmas şimdi Goraz deresi denilen akarsuyun Kale’den uzak yukarı kısımlarında dere sularının kayaları oyarak oluşturduğu taş havuzlarda kırmızı peştemalının ucunu kaldırıp beline dolar, etekleri dizlerinden yukarı, çıplak ayaklarıyla bir toplayıp bir vurarak çamaşır yıkar, Elmas’ın ayak vuruşlarıyla balon gibi şişip sonra patlayan çamaşırın sesi uzaktan duyulurdu. Kim olduğu önemli değil Elmas dere yolundan her geçeni dost arkadaş sayar, ya bir gülücük yollar ya bir tatlı söz atar, insanları durdurup konuşurdu. İşte o halleriyle Elmas gerçek bir folklorik karakterdi. Yoksulluğun çilesiyle dolu hayata tutunmak için olmadık yolları deneyen fukara kızın hayat hikâyesi pek acıklı sonlandı. Halkın ağzı torba değil ki büzüp kapatasın; 300-500 lira başlıkla kocaya verilen Elmas’ın bir süre sonra kaçıp baba evine geldiği yeniden başka bir kocaya vardığı söylenirdi. Elmas sanki daldan dala uçup konan bir kuştu. Sonunda Bolaman’ın sevimli cüretkâr kızı Elmas’ı genç yaşında vurdular. Allah ona rahmet etsin.
Goraz’ın yaşadığı bir seferberlik hikâyesi, Erkek Ecinni:
Seferberlik yıllarında bir yandan savaş ateşiyle acılarıyla sürmekte, halkın elinde yiyecek ne var ne yok askeriye emrine verilmiş, erkekler cepheye gittikleri için tarlaları ekip biçecek ekini kaldıracak çiftçi rençber kalmamış. Ekmek aslanın ağzında, halk açlık çekiyor. İşte bu durumda çete mensupları ikişer ikişer ayrılarak yiyecek bulmak için ortalığa dağılırlar. Kimsenin kimseye faydası yoktur, herkes başının derdine düşmüştür. Goraz’la arkadaşı düşünür taşınırlar nerede yiyecek buluruz diye aç karnına kafa yorar dururlar. Birden akıllarına gelir yiyecek bulunacak en garantili yer halkın zahire öğüttüğü degirmenlerdir. O zamanlar deresi çok suyu bol Bolaman toprağında nerede suları yüksekten aşağı düşen dökülen bir dere varsa orada bir değirmen vardır. Halk arasında yaygın inançlara göre değirmenler pek de tekin yerler değildir. Değirmende cinlerin dolaşıp aşık attığına, insanlara sataşıp zarar verdiğine, dahası zâhire çaldığına dair hikayeler anlatılır.
Açlıktan halsiz düşen Goraz’la arkadaşı günü uyuyarak geçiriler, akşam hava kararırken geleni gideni çok bir değirmenin yakınında ağaçların arasına saklanır pusuya yatar av beklerler. Derenin uğultusu tüm sesleri bastırmaktadır. Köylüler kimi sırtında torbayla kimi ata eşeğe yüklediği mısır dolu çuvallarla gelirler. Zahire çekilir öğütülür mısır unu torbalara doldurulur.
Değirmenden dışarı buğulayan sıcak taze un kokusu pusuda bekleyen karnı aç iki adamın başını döndürür. Beklenen an gelmiştir. Hava iyice kararınca Goraz ve arkadaşı anadan doğma çırçıplak soyunurlar, Her ikisinin de saçı sakalı uzamış çoktan beri makas ustura görmemiştir. Önceden topladıkları yividin otuyla (yividin sürüldüğü yeri yeşile boyayan bir ot türü) ellerini yüzlerini, ayaklarını bacaklarını ve de bedenlerinin her yerini koyu yeşile boyarlar. Hayvan gibi dört ayaküstüne gelip yürüyerek, kâh sıçrayarak, başını bir sağa bir sola çevirip aradabir ayağa kalkıp sonra yine dört ayak üzerine düşerek, hırlayarak, bağırarak hayvan sesleri çıkararak, yaklaşmak isteyen olursa hırlayıp hamle edip kaçırarak değirmene girerler, içerde zahire öğüten köylüler yanan yağ kandilinin titrek kızıl ışığında içeri giren göğ yeşil bedenli dört ayaklı yaratıklara korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerle bakarlar, gördükleri manzara karşısında soluğu kesilir, dilleri tutulur. Nihayet ilk korkuyu atlatan biri “şart olsun bunlar ecinni essah dere ecinnisi” der. Yaratıkların arkasından baka kalan bir diğeri “ula hakget ecinni bunlar hem de erkek ecinni guyruğu yok emme d...ğı var” diye söylenir. Ecinniler sağa sola hırlayarak, diş gösterip, pençe sallayarak yaklaşır un torbalarını sırtlayıp değirmenden çıkar karanlıkta kaybolurlar.
SON
Yorum yazarak Ordu Hayat Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Hayat hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Hayat editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Hayat değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Ordu Hayat Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Ordu Hayat hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Ordu Hayat editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Ordu Hayat değil haberi geçen ajanstır.